ANEAS'IN DEVAM EDEN YOLCULUĞU  (1)
OSMAN TOPÇU

OSMAN TOPÇU

ANEAS'IN DEVAM EDEN YOLCULUĞU  (1)

14 Ocak 2019 - 11:13 - Güncelleme: 14 Ocak 2019 - 11:19

İsa’dan önce 1200 civarıydı. Acılarla dolu 10 yıllık Truva savaşında, Anadolu halklarının Truva’da birleşip verdiği mücadele, şiddetli bir deprem yüzünden surların yerle bir olmasıyla sona erecekti. Üstelik istilacıların geri dönmeye hazırlandıkları bir anda...

Deprem ardından yıkılan surları tekrar inşa etmeye fırsat ve zaman bulunamayacak, Akha orduları savaşarak elde edemedikleri Asya’nın kilidine artık son darbeyi vurmak üzere tekrar hazırlanacaklardı.

Truvalı erkekler savunması düşmüş şehirleri için ölmeye hazırlanırken; kadınlar, yaşlılar ve çocukların ne olacağı düşünülmeye başlanmıştı. Onların cehenneme dönecek şehirden çıkarılması, yeniden bir hayat kurmaları lazımdı. Ve yolculukları boyunca onlara öncülük edecek bir lider...

Seçilen lider, genç prens Aneas’tan başkası olmayacaktı.

Tehlikelerle dolu bu yolculukta Aneas’ın ardında savunmasız yüzlerce Truvalı, sırtında yaşlı babası Ankhises, elinde ise küçük oğlu Ay-ulus yer aldılar.  Hep birlikte ‘’tüketmek bilmeyen su kaynağı" denen ve ucu bereketli Ayda Dağına ( İda ) kadar uzanan mağaranın önüne geldiler. Burası şehirden dışarıya açılan gizli bir geçit gibiydi.

Nerede sonlanacağı, ne kadar ve nasıl süreceği belirsiz bu yolculuk öncesi, herkes sevdiklerini son kez görüyordu. Kalan erkekler bebeklerine, giden yaşlılar oğullarına, kadınlar sevdiklerine son kez baktılar, sarıldılar.

Onlara güç ve şans vermesi için ise Aneas’a Truvalıların en kutsal simgesi olan Palladion verildi.  Bu küçük heykel Truva’nın ilk kuruluşunu ve binlerce yıl devam eden varlığını simgeleyen en kutsal objeydi. Truvaların ilk atası Dardanos’tan Tros’a Çanakkale Boğazı çevresinde yaşayan ve Dardanyalı denilen halkların mevcudiyetini manen temsil ediyordu. 

Dardanya halkları adına heykelin son sahibi Truvalılar, onun kendilerine tanrılar tarafından gökten gönderildiğine ve varlıklarının sonsuza kadar onunla devam edeceğine inanmışlardı.

Aneas yaşayacağı acılar, ayrılıklar ve kaderin hazırlayacağı onca zorluğa karşı, atası Dardanos’tan itibaren yüzlerce yıldır korunarak kendisine gelen Palladion’un verdiği bu manevi güç ile,  başa çıkmaya çalışacaktı.

***

Genç prens ve yanındakiler gizli geçitler ve gizli yollardan yürüdüler.  Önce bereketli İda Dağlarına vardılar. Dağın eteklerinde kurulu dost bir Anadolu kenti olan Antandros’a vardılar.  Antandroslular acılı Truvalılara kucak açacaklardı.

Ama çok geçmeden, Truva’nın tamamen düştüğü duyulmuştu. Truva’da kalan herkes kılıçtan geçirilmiş, surlardan aşağı atılmış, işkencelerle öldürülmüştü. Truva’nın asil Kraliçesi Hekabe ise, Kilitbahir bölgesinde hapsedilmişti. Onca evladının gözü önünde yitip gitmesinin acısından feryatlar ederek ölen  Hekabe’nin çığlıkları tüm Çanakkale semalarında duyulacaktı.

Aneas, istilacı akınların devam edeceğini herkes kadar iyi biliyordu artık.  Antandros’da kalamazlardı. Truva’da başlayan karanlık tüm Anadolu’ya yayılmaya önce Aneas, bu kez pek kavmi için aydınlık bir yurt aramaya uzaklara gitmeye karar verecekti.

Gemiler inşa etmeye başladılar Ayda’nın eteklerinde. Hazırlanan 20 kadırga ile Truvalılar her şeylerini bırakıp ne zaman geri döneceklerini bilmeden Anadolu’yu terk ediyorlardı…

Çok uzun ve çok duraklı yolculukları Trakya kıyılarından, Ege adalarına, Akdeniz açıklarından Afrika kıyılarına kadar uzanacak, dalgalar, fırtınalar, salgın hastalıklar ve kıtlıklarla boğuşulacaktı. Aradan geçen tam 7 yıl ardından Aneas’ın babası ve daha birçok kişi artık hayatta değildi.

Bazen çok iyi ağırlanacak, bazense hiç kabul görmeyeceklerdi. Ama Aneas, yüreğinin götürdüğü yere gitmeye kararlıydı. Her durakta verilen kurbanlar, adanan adaklar ve edilen dualar O’nu hep rüyalarında gördüğü yere çağırıyordu.

Aneas’ı çağıran o yer, Truvalıların ilk atası, bildikleri en eski dedeleri Kral Dardanos’un Truva dolaylarına geldiği İtalya topraklarından başka bir yer değildi.

Truvalıların atası,  İtalya topraklarından gelip Anadolu’nun Dardanya’sında nasıl kök salmışsa, Aneas’ta öylesi iyi karşılanacağını düşünerek yelken açtı. Nasıl bir coğrafya olduğunu ve kimlerin yaşadığını bilmediği toprakların güneyine adım attılar ilk olarak. Beklediklerinin aksine onları hoş karşılayan, yer ve yurt gösteren kimseyi bulamadılar. Son bir güçle biraz daha kuzeye yelken açtılar.

Tiber nehrinin döküldüğü yerde kurulu Latinum denen büyük ve ovalık bir kente vardılar. Kenti kralı Latinus’a, Palladion dışında, ellerinde kalan değerli eşyaları hediye ettiler.

Erkek evlatlarını yitirmiş ve sadece Lavinya isimli bir kızı olan Kral Latinus, acıları ve yorgunları yüzüne vurmuş ve son değerli eşyalarını kendine hediye etmiş bu Anadolu kavmine dostça yaklaşacak ve kucak açacaktı. 7 yıl sonunda Aneas ve yanındaki son Truvalılar kendilerine yurt edecekleri topraklara kavuşmanın sevincini tadıyorlardı.

Kral Latinus yıllar önce kahinlerden şöyle bir kahanet dinlemişti;  ‘’Senin bir varisin olmayacak ama bir gün çok uzaklardan gelecek bir yabancı ile kızını evlendirirsen sahip olduğun şehir dünyanın en büyük ülkesi haline gelecek’’…  Mülteci Aneas ve yanındaki Truvalılar Latinum limanına ilk geldiklerinde, Kral Latinus ve kahinlerin söylediklerini bilenlerin, ilk aklına gelen ise bu kehanet olmuştu…

Henüz 18 yaşına yeni girmiş, güzeller güzel prenses Lavinya’nın ise taliplisi az değildi. Latinlerin en zengin ve en güçlü kral ve prensleri Onunla evlenmek istiyordu.

***

Kral Dardanos’ta yüzyıllar sonra gelen aynı topraklara gelen Aneas, son Truvalılar için huzurlu bir yurt kurmaya başladığı sırada, dünyanın kaderini etkileyecek olan aşk alevlenecek,  güzeller güzeli Lavinya O’nu gördüğünde aşık olmuştu… Aneas’ta Lavinya’ya aşık olmuştu, Anadolu topraklarını kasıp kavurmuş Paris ve Helena’nın aşkı gibi, bu aşkın İtalya topraklarını ateş içinde bırakacağını bilmeden…

Güzel prensesin annesi Amata başta olmak üzere tüm Latin kraliyetleri bu aşka karşı çıktılar. Bir yanda Lavinya’nın Aneas’la evlenmesini karşı gelenler birleşecek, diğer yanda Lavinya’ın özgür kararına saygı duyanlar ve bu aşkı kabullenemeyenlere karşı husumeti olanlar birleşecekti. Sebepli veya sebepsiz neredeyse herkes, savaşmak üzere bu aşkı kendilerine bahane edeceklerdi.

***

Kan ve savaştan vatanlarından olan Truvalılar, huzura kavuştuk dedikleri anda yine yıllar sürecek bir mücadelenin ortasında kalmışlardı.

Latin coğrafyasında akan onca kanın artık durmasını isteyen Aneas, en hırslı ve güçlü rakibi Kral Turnus’u teke tek dövüşmek için düelloya davet edecekti. Kim kazanırsa kazansın savaşın bitmesine ve kazananın Lavinya ile evlenmesine sözleştiler.

Ölümüne yapılan dövüşte, Aneas’ın Kral Turnus’u yenmesiyle kanlı savaşlar son bulmuş, savaşlar bitmişti. Mutlu son Aneas ve Lavinya’nın evlenmesiyle taçlanacaktı. Kral Aneas ve Kraliçe Lavinya’nın ardına düşenler, yani Latinler ve son Truvalılar yepyeni bir kent kuracaklardı. 

Aneas krallığı için yüksekçe bir tepe seçti. Tepede kurulan şehrin tapınağına ise yolculuğu başından itibaren yanından hiç ayırmadığı Palladion’u yerleştirdi. Kurulan kente aşık olduğu Lavinya adına Lavinyum ismini verdi. Yeniden kurulan kentin halkına ise Etrüskler (Tuskiler) denecekti.

Mutlu bir evlilik ve refah içinde geçen sadece 3 yıl sonunda, ismine destanlar yazılacak, şiirler okunacak Truvalı Aneas hayata gözlerini yumacaktı. Geride kalan güzel Lavinya ve kucağında yeni doğmuş oğlu Silvius, büyük oğlu Ayulus ve tüm Etrüsk halkının yolculuğu Aneas’ın bıraktığı yerden devam edecekti…

Nezaketle.

 

 

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar