NEREDEN NEREYE?


Nüfusun büyük bölümünün köylerde yaşadığı şehirleşmenin ise yok denecek halde olduğu, orduların yurdun hudutlarında farklı çehrelere karşı çarpıştığı dönemler...

Köylerde çocuklar, yaşlılar ve kadınlar. Haneleri korumak, muhtarlık, azalık gibi görevleri yapmak, tarlaları sürmek, fabrikalarda çalışmak gibi dönemin erkek işi denilen ne varsa kadınların üzerinde.

Görülmüş şey değil, yaklaşık 3 milyon asker bu. Nüfusa vurunca eli silah tutan her erkek cephelerde.

Daha Trablus ve Balkanların yaraları tazecik iken, ordular Yemen'den, Mısır'a, Kars'tan Galiçya'ya kadar konuşlanmış.

Bu savaş daha öncesindekilerden çok daha yaman, modern çağın silahları gün yüzünde. Kitleler halinde ölümler. Haddini fazlasıyla aşan günler ayları, aylar yılları kovalayan 1. Dünya harbi.

Çanakkale ve diğer cephelerde artık Şehitleri gömecek adam yok, savaş alanları kokudan ve sinekten durulmayacak kadar insanlıktan uzak.

En azından yaralılar kurtarılabilsin diye yol aranmakta. Ölüyü gömecek adam kalmamış iken, diriye bakan doktor, hasta bakıcı nasıl yetsin...

Çareyse yine Anadolu kadını. Ama, nasıl çağırılır ki kan kokan, açlık kokan, ölüm kokan yerlere güzelim kızlar, kadınlar?

Kim gönderir en kıymetlisini kimin gönlü razı olur kızını, karısını, bacısını, anasını gözü dönmüş düşmanların yakınına kadar gitmesini? Ya da hangi kadın göze alır, köyünden çıkıp binlerce askerin arasına gidebilmeyi...

Kadınlara yapılacak bu çağrı hasta bakıcı, doktor yardımcısı şeklinde olmamalı, bir şeyler düşünmek lazım, bir kelime bulmak lazım diye kafa yorulmaya başlanır.

İşte o zor zamanlarda, günümü üniversitelerinde bölüm olarak okutulan ve profesyonelce yapılan bir meslek dalının ilk ismi bulunur; HEMŞİRE!

***

Çanakkale'de turist rehberliği yaparken sorarım bazen, hemşire ne demek bileniniz var mı diye. Farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen insanlardan aldığım cevapları, ülkenin bütünü olarak düşünürsek, nadiren bilenler çıksa da, genelimiz pekte bilinmiyor hemşirenin anlamı.

Hemşire, KIZ KARDEŞ demek...

Ne kadar da anlamlı, ne kadar içten... İlk olarak Balkan savaşlarında görsek de bu meslek ismini, dünya savaşının en acılı dönemlerinde ‘bu kelime’ adeta ülkenin gelecek neslini kurtaracak öneme sahip olur.

İlanlara çıkılıyor, Çanakkale Cephesine KIZ KARDEŞ lazım!

Hal böyle olunca durulur mu? Sorulur mu? Neresi olursa, hangi şart olursa gidilmez mi? Bu ilanları gören ve duyulacak tüm kaygılardan uzaklaşan binlerce kadın ve kız Çanakkale'ye ve diğer cephelere gönüllü olarak ‘hemşirelik’ yapmaya başvururlar. Kısada olsa eğitimler alarak evlerinden binlerce kilometre uzaklara giderler. Kardeşin değdiği yara iyileşmez mi? Kardeşin gülümsemesi moral olmaz mı insana.

Adeta geriye kalanlar ile ayakta durabiliriz ümidi yeniden doğar. Sadece doktorlar rahat bir nefes almakla kalmaz, köylerdeki erkek işi denilen şeylerde neymiş, kız kardeşler cepheye aşlar pişirmeye, cepheye mermi taşımaya, hatta cephede mermi atmaya başlar.

 

çanakkale savaşları hemşire ile ilgili görsel sonucu

Peki Balkan Savaşlarından tutunda Kurtuluş Savaşımıza kadar neredeyse 10 yılı aşkın bu uzun süreçte, yüzbinlerce askerin arasındaki on binlerce hemşiremize karşı hiç mi kötü bir tavır, olumsuz bir hareket olmaz ?

İşte bu konu aslında yazının en önemli noktası! Ve bence tüm ülkenin gençlerinin bilmesi gereken çok önemli bir husus.

Evet kayıtlara giren hiçbir taciz vakası yok!

Bu bir milletin geçmişiyle övünebilmesi adına ne kıymetli bir şey. Bu yüzden bir değil defalarca tekrarlamak geliyor insanın içinden; evet, 10 seneyi aşkın savaş ortamında, yani insanların bir çoğunun hiç alışık olmadığı, adeta insanlıktan çıkılan bir ortamda dahi ‘yüzbinlerce askerimiz arasında geceli gündüzlü’ görev yapan on binlerce hemşiremize karşı, bir tane dahi, tekrar ediyorum bir tane dahi TACİZ vakası kayıtlarda yoktur.

Bakınız tecavüz gibi çok daha ağır bir şeyden bahsetmiyoruz, yani sözle, gözle, bir olumsuz hareketle dahi rahatsız edilmemişler.

Bu ne büyük olaydır! Özellikle günümüzü düşününce...

***

Cephelerimiz dendiğinde, Mehmetçik dendiğinde her yerde ve herkeste akan sular durur. Onlara en ufak bir söz, en ufak bir toz kondurulmaz.

Doğrusu da bu elbet, ancak bunları yaparken, madalyonun arka yüzüne bakmayı ve dersler çıkartmayı ihmal ediyoruz.

Bazen yine Çanakkale'ye gelen misafirlere sorarım; saatlerce askerlerimizin erdemlerinden ve kahramanlıklarından bahsettik, peki ya hiç mi kaçan olmadı sizce? Sizce topu tüfeği bırakıp, silah arkadaşlarını bırakıp kaçan kaç askerimiz olmuştur diye...

İnanınız o kadar temiz düşünen bir milletiz ki, çoğu kişi hemen hazırcevap ile ‘kimse’ diye seslenir. Emin misiniz? Hiç mi kaçan olmamıştır, hiç mi hain yokmuş diye biraz daha basarak sorduğumda, çekinerek de olsa, aralarından ‘en fazla 5 kişidir, 10 kişidir’ diyeni çıkar.

Ardından keşke öyle olsa diyerek başlarım... Oysa sadece Çanakkale cephesinden kaçan, firar eden asker sayısı 50.000 den fazladır dediğimde, bunu duyan insanların gözlerindeki şaşkınlığı anlatamam...

***

Toplam 9 cephede ise 300.000 den fazla asker top tüfek bırakıp kaçar. Bunlar hakkında vatan haini oldukları için idam cezası çıkarılır. Kimileri yakalansa da çoğu kelleyi kurtarmak için dağlara çıkarlar, eşkıya olurlar. Vatanından ümiddi kesmiş, arkadaşlarını düşmana kadar bırakmış bu kişiler, en acısı köyleri basmaya başlar.

Köylerde polis, asker ne arasın, erkek dahi yok... Hani başlarken de değinmiştik, köyleri korumak kadınlara düşer diye. Korumak bir yana, olaki karşılaşırsam beni beğenmesinler, bana ilişmesinler diye kadınların yüzlerine hayvan pisliği sürdükleri dönemler. Cepheler yetmezmiş gibi, birde içeride bunlarla boğuşulur.

Nihayet yıllar sonunda vatan topraklarının en kadimi Anadolu ve Trakya elimizde kalır. Düşmanlar kovulmuştur ama bu memleketin okumuş, kendini yetiştirmiş ve en çokta vatansever insanlarından 1 milyondan fazlası evine dönememiştir. Dönenlerin ise çoğu sakatlanmış haldedir. Genç nüfus ve özellikle yetişkin erkek nüfus yok denecek kadar azdır. Kısacası bir nesil kırılmıştır.

Ülkenin ne içerde ne de dışarda savaşacak mecali yok. Yeniden toparlanmak lazımdır denilerek kollar sıvanmış.

Daha Şehitlerimiz yerdeyken, onlara güzel güzel mezarlar yapacak hal dahi yokken geride kalanlara lazım gelen okullar, hastaneler, fabrikalar, yollar, köprüler yapılmaya başlanır. Dünyada görülmemiş bir hız ve hırsla toparlanan ülkede sular durulunca, ortalık süt liman olunca, zamanla kendini unutturmuşlar, dağlardan köylere, şehirlere inmeye başlarlar...

İnmekle kalsalar iyi ya, bu ülkenin o vatansever ve okumuş neslinin daha kemikleri ortadayken, bunlar ülkenin keyfini sürmeye başlarlar.

Biliyorum, hemşirelikten bahsederken konu buraya neden geldi sorgulayanlarınız vardır.

Hani insan duyunca şaşırıyor ya, yahu ne büyük olay diye gurur duyuyor ya, hiçbir hemşiremiz yıllar boyu taciz edilmemiş, rahatsız edilmemiş diye...

Peki günümüz çağında aynı şaşkınlığın fazlasını gurur değil de utançla duyduğumuz şeyler olmuyor mu? Örneğin ÇOCUK TECAVÜZDEN açılan dava sayıları binlerle telaffuz ediliyor. Bakınız kadın tacizi, hatta kadın tecavüzü değil, okurken bile irrite eden çocuk tecavüzü ve binlerce dosya...

Hemen hemen herkes kadar bende soruyorum kendime, nasıl oldu? Bu kadar erdemli, bu kadar hassas bir millet, sadece 90 - 100 sene sonra, yani insan ömrü kadar sonra nasıl olurda bu tablo ile karşılaşabilir?

Bu konuda herkes kadar laf söz dinlemişliğim vardır. Siyasilerden, sosyologlardan, eğitimcilerden, büyüklerden, küçüklerden, okumuşundan, cahilinden... Neden böyle olduk? Yok ailesel, yok eğitimsel, yok yönetimsel...

Ben hiçbirinin gerçek sebep olduğunu düşünmüyorum.

***

Taki geçenlerde okuduğum bir makale gözüme çarpıncaya kadar. Makalenin konusu genetik. Makale, gen yapısının insanlara sadece fiziken değil, karakteristik özellikleri üzerinde de çok etkili olduğundan ve bunun bilimsel olarak kanıtlandığından söz ediyordu. Dikkatimi çekti ve aynı bilgileri başka yerlerde de okudum.

Ve bu ülkede akıl almaz derecede yaşanan bu dejenerasyonun gerçek sebebinin duyduklarım dışında ‘gen bozukluğundan’ eskilerin tabiriyle sütü bozuklardan geldiğine kanaat getirdim.

Duyduğumuz çocuk tecavüzleri, hayvan tecavüzleri, kadın cinayetleri neredeyse her gün burun buruna geldiğimiz trafikte giderken, yolda yürürken ‘YAHU BU NASIL İNSAN, BİZ NEDEN BÖYLE OLDUK?’ sorularının gerçek cevabı şu olmalı;

Biz, o cephelerden dağlara kaçan ve sonrasında bu ülkenin keyfini sürenlerin torunlarını izliyoruz!

***

Velhasıl bu sütü veya genetiği bozuk insanların azımsanmayacağı bir çağda, düşününce beni her defasında rahatlatan şey ise, hala duyarlı ve hala erdem sahibi olan, gazi ve şehit torunlarının da hiçte az olmaması.

Hiçte azımsanmayacak bu kadim milletin torunlarının; bugünden sonrası 2023 hedeflerine, 2071 hedeflerine vardığında ise ‘nereden nereye’ sorusuna karşın ‘ilk olarak’ kadın cinayetlerinin, çocuk tecavüzlerinin yok denecek hale gelmesiyle övünebilen, ‘100 yıl önce atalarında duyduğu o gururun aynısını yaşadığı toplum içinde de duyabilen bir ülkeyiz’ diye cevaplandırabildiği günleri en kalbi duygularımla temenni ediyorum.

Bu vesile ile zamanında cephelerden cephelere koşarak ‘ülkenin geleceğini kurtarmış, yaptığı işe KIZ KARDEŞ denecek kadar onur duyulacak bir mesleğe sahip hemşirelerimizin 14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum.

Nezaketle.