Arkeoloji çalışmaları tarihe ışık tutacak!

Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Karabiga beldesinde yer alan ve Priapos antik kenti olarak da bilinen Pegai Kalesi’nde, arkeolojik yüzey araştırmalarına Eylül ayında başlanacak. Bölgede bir ilk olma özelliği taşıyacak olan bu çalışma ile ilgili ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Oğuz Koçyiğit önemli açıklamalarda bulundu.


Arkeoloji çalışmaları tarihe ışık tutacak!

Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Karabiga beldesinde yer alan ve Priapos antik kenti olarak da bilinen Pegai Kalesi’nde, arkeolojik yüzey araştırmalarına Eylül ayında başlanacak. Bölgede bir ilk olma özelliği taşıyacak olan bu çalışma ile ilgili ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Oğuz Koçyiğit önemli açıklamalarda bulundu.

Kazı alanı hakkında bilgi veren Doç. Dr. Oğuz Koçyiğit, “Marmara Denizi’nin güney kıyıları ya da Troas Bölgesinin kuzeyi olarak tanımlayabileceğimiz Karabiga’nın da içinde bulunduğu bu bölge ve çevresinde arkeolojik araştırmaların tarihi çok eskiye gidiyor. Yakın geçmişte de yapılmış bazı araştırmalar var. Bunların hepsi çok değerli ve önemli çalışmalar. Bizim yapmayı planladığımız çalışma ise doğrudan kaleye ve kalenin arkeolojik durumuna odaklanmakta. Buradaki tahribat ve korumaya ilişkin çözüm önerileri önceliğimiz. Ayrıca birçok alandan uzmanın bir araya geldiği, çok katılımlı kolektif bir araştırma olması ve sadece Pegai Kalesi’ni ele alması ile önceki çalışmalardan bir adım öne çıkıyor diyebilirim.

“BÖLGEYE BİR KATMA DEĞER SAĞLAMAYI HEDEFLİYORUZ”

Hedeflerimizin başında ise bu Ortaçağ kalesinin surları ve ayakta kalan yapıları ile bir bütün olarak belgelenip kayıt altına alınması geliyor. Kale ve çevresindeki Ortaçağ’a ait tüm kültür varlıklarının modern çalışma yöntemleri ile tespit edilmesi ve bunların yok olmadan belgelemeleri çok önemli. Zira Pegai Kalesi ve çevresinin son yıllarda artan yoğun bir tahribatla karşı karşıya olduğu ve bundan dolayı da bu önemli kültür varlığımızın her geçen gün yok olup gittiği acı bir geçek. Bu yıkıcı tahribata karşı alınabilecek önlemlerin belirlenebilmesi, birçok kültür varlığının yok olmadan evvel kayıt altına alınabilmesi ve bunların bilimsel yöntemlerle analizi, bölge turizmi başta olmak üzere, kültür tarihine ve arkeolojisine en büyük katma değeri sağlayacaktır diye umuyoruz” dedi.

Pegai Kalesinin geçmişteki önemi ve tarihi hakkında bilgi aktaran Koçyiğit, “Pegai olarak bilinen Bizans kalesi, Priapos antik kenti üzerine kurulmuş olup, bugünkü Karabiga beldesinin kuzey doğusunda bulunan Kale Burnu üzerindedir. Priapos, ismini mitolojideki Dionysos ile Aphrodite’in oğlundan alır. Priapos, bağların, bahçelerin ve ekili tarlaların koruyucusu, bolluk ve bereket tanrısı olarak tanınır. Pegai adına ise ilk olarak Orta Bizans dönemindeki kaynaklarda, önemli bir ticaret merkezi olarak rastlıyoruz. Komnenoslar döneminde inşa edildiği tahmin edilen ve Bizans kaynaklarında Pegai, Latin kaynaklarında ise Spiga - Spigast olarak adlandırılan bu kale, limanı sayesinde daha önce hiç olmadığı kadar önem kazanmış, Türklerin burada etkin olmaya başladıkları ve kenti ele geçirdikleri ana kadar da önemli bir Latin ticaret merkezi olarak kalmıştır. Pegai, bugün için zamanın ağır şartlarına dayanan ve oldukça heybetli görünen sağlam surlarıyla Marmara Denizi’nin batısına hâkim olduğu gibi, doğuda Kyzikos (Bandırma-Erdek) batıda ise Lampsakos (Lâpseki) arasında önemli bir liman ve Kocabaş Vadisi’nin denizle buluştuğu noktada stratejik konumdaki bir kaledir. Dolayısıyla hem Çanakkale Boğazı’nın girişini hem de Marmara kıyıları üzerinden güneye, Batı Anadolu’ya ulaşan yolları kontrol edebilecek pozisyonda olması nedeniyle, özellikle 12. ve 14. yüzyıl boyunca Venedikler, Latinler ve Bizanslılar arasında sürekli olarak el değiştirmiştir. Hatta bir dönem Bizans imparatorlarının Türklere karşı savaşmak için getirttiği Katalan paralı askerlerin dahi Pegai tarihinde yer aldıkları, kaleyi yağmaladıklarını biliyoruz. Fakat 14. yüzyıl başlarında artık Türklerin bölgeye tamamen egemen olmaya başlaması ile eski önemini yitirmiş ve nihayetinde Türklerin eline geçmiştir. 1509 yılında meydana gelen bir depremde ise surların ağır hasar aldığı ve bundan sonra bir daha onarılmayarak kaderine terk edildiği bilinir. Bu tarihten sonra yerleşimin iç bölgelere, Türkler tarafından kurulan bugünkü Biga’ya kaydığı kabul edilir” ifadelerini kullandı.

“BÖLGE TURİZM VE EKONOMİSİNE KATKI SUNACAĞIZ”

ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Oğuz Koçyiğit, kalede yüzey araştırması yapılacak olmasının bölgenin turistik değerine etkisini ise şöyle aktardı; “Yaklaşık iki yıl boyunca sürdürülecek olan çalışmaların kalenin bölge turizmine kazandırılması adına önemli olduğunu düşünüyoruz. Elde edeceğimiz veriler ve bu veriler ışığında sunacağımız çözüm önerileri ışığında bu çalışmanın Çanakkale’nin kültür turizmi adına büyük bir kazanım olacağı kesin. Bunun yanı sıra, bölgenin turizm potansiyelinin ortaya çıkarılarak bölge insanına bir katma değer sağlayabilecek nitelikte olması, yapacağımız araştırmayı değerli kılmakta. Karabiga, bugün için Marmara’nın güney kıyılarında yer alan küçük bir sahil kasabası konumunda. Ama temiz denizi ve bozulmamış doğasıyla yakın zamanda yerli-yabancı birçok ziyaretçinin ilgisini çekecek gibi duruyor. Eğer bizim yapmayı planladığımız arkeolojik çalışmalar programa uygun olarak yürür ve çalışmaların sonunda istediklerimizi gerçekleştirebilirsek, Karabiga’nın turizm açısından sahip olduğu bu artılara, tarihsel ve kültürel değerlerini de ekleyebilir, burasını önemli bir arkeolojik destinasyon haline getirebiliriz.  Tespitlerimiz ve değerlendirmelerimiz sonucunda yapılacak olan olası kazı, restorasyon ve çevre düzenlemeleri gibi çalışmalar bölge turizmine ve aynı zamanda ekonomisine katkı sağlayacaktır.”

“ÇANAKKALE’DE KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN ÇOK FAZLA DEĞER VAR”

Bu çalışmanın sonundaki beklentileri değerlendiren Koçyiğit, “Çalışma sonunda öncelikle Pegai Kalesinin eksik kalan yanlarına ve bazı bilimsel sorunlara açıklık getireceğimizi umuyor, sadece Pegai Kalesi değil, bölge arkeolojisi ve tarihi için önemli sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum. Çalışmalarımız ilerledikçe belki bunu daha iyi görebiliriz. Ama daha önemlisi, yok olup gitmekte olan tarihi bir değerimizin, ortaya koyduğumuz veriler ışığında değerlendirilerek hak ettiği değeri yakalayacağına inanıyoruz. Troas olarak da adlandırılan Çanakkale yöresi, esasında çok eskiden bu yana arkeoloji ilmi ile ilgilenen araştırmacıların ilgi odağı olmuş, birkaç yüzyıl öncesinden bu yana burada önemli keşifler yapılmıştır diyebiliriz. Örneğin, yanı başımızdaki Homeros’un İlyadasına konu olan Troya, tarihe Schillemann’ın önemli bir arkeolojik keşfi olarak geçmiştir. Yine bölgede bulunan Assos, Alaxandreia Troas gibi önemli arkeolojik yerleşim yerlerinin çok önceden keşfedildikleri ve ortaya çıkarıldıkları bilinen bir gerçek. Bugün Troya Müzesi’nde sergilenen ve yakın zamanda Biga’daki bir Tümülüs kazısından ele geçen Kızöldün lahdi ya da Çan Altıkulaç lahdi olarak adlandırılan boyalı Pers lahdi... Bunların hepsi bu toprakların bize mirası olan önemli keşifler. Ama ilginç olan şu ki; bugün hala Çanakkale ve yöresinde keşfedilmemiş ya da daha keşfedilmeyi bekleyen arkeolojik alanlarla karşılaşabiliyoruz. Çanakkale ve yöresi her ne kadar yüzyıllar öncesinden araştırılmaya başlanmış olsa da bugün birçok bakir ve keşfedilmemiş tarihsel değerlere sahip diyebiliriz” dedi.

“ÇANAKKALE’NİN GELİŞİMİNDE ÜNİVERSİTENİN ROLÜ BÜYÜK”

Arkeolojik açıdan Çanakkale’yi de değerlendiren Koçyiğit, “Ben ÇOMÜ’den 2003 yılında mezun oldum. O dönem için imkanlarımız bugünkü imkanlara kıyasla kısıtlıydı diyebiliriz. Kampüs ve kütüphane olanakları sınırlıydı. Çanakkale’nin ulaşım imkanları bugünkü gibi çeşitli ve kolay değildi. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen bugün için baktığımda kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü biz şanslı bir jenerasyonduk. Benim dönemimde sınıf arkadaşım olan pek çok kişi kendi mesleğini yapma şansını yakaladı. Bir kısmımız çeşitli üniversitelerde akademisyen oldu, bir kısmımız ise bugün Kültür Bakanlığı’na bağlı müzelerde ya da koruma kurullarında müdür veya uzman olarak görev yapıyor. Ben ve benim gibi birkaç arkadaşım ise Çanakkale’de kalarak, mezun olduğumuz üniversitemize hizmet etme fırsatı yakaladık. Bu benim için çok önemli ve bu anlamda bunun bir tesadüf olmadığını söyleyebilirim. Çünkü Üniversitemiz daha kurulduğu o ilk yıllarda, Arkeoloji ve Sanat Tarihi alanlarını kendisinin dışa açılan yüzü olarak benimsemişti ve bu alanda yoğun gayretleri vardı. Bunu öğrenci iken hissedebiliyorduk. Bugün ise artık hem Çanakkale’de hem de Üniversitemizde imkanlar daha fazla. Marmara Bölgesi’nin en önemli kütüphanelerinden biri üniversitemiz bünyesinde. Ayrıca kent merkezinde sadece arkeoloji alanında faaliyet gösteren bir kütüphane mevcut. Öğrencilerimiz doğrudan üniversitemizin hocalarının başkanlık ettiği Assos, Troya ve Maydos’da (yakın zamanda bunlara Tenedos-Bozcaada da eklendi) gerçekleştirilen kazılara ya da Çanakkale’nin farklı yerlerinde sürdürülen yüzey araştırmalarına katılabiliyorlar. Böylece mesleki deneyimlerini arttırıyor, belki de kariyerlerinin ilk adımlarını buralarda atıyorlar. Bunun yanında, bugün Çanakkale adeta bir müzeler kenti. Kent içerisinde Askeri Müze, Kent Müzesi, Seramik Müzesi gibi çok farklı alanlarda faaliyet gösteren müzeler mevcut. Tıpkı bir eğitim kurumu gibi çalışan Troya Müzesi hemen yanı başımızda. Burası eski geleneklerin çok ötesinde modern bir yaklaşımla çalışan bir müze. Üniversite ile iş birliğini önemseyen gerek öğretim üyelerimize gerekse öğrencilerimize daima kapısı açık bir kurum. Öğrencilerimiz burada staj yapıyor, bilgi, deneyim ve tecrübelerini doğrudan eserler üzerinde çalışarak ya da çeşitli projelere katılarak arttırabiliyorlar. Bütün bunların yanında; Çanakkale’nin sosyo-kültürel yapısı gereği arkeoloji ve sanat tarihi gibi alanlarda hep farkındalık yaratan çalışmalara ev sahipliği yaptığını ve bu alanlara ayrı bir ilgi duyduğunu geçmişte yapılan toplantılar, paneller ya da buluşmalardan biliyoruz. Bu anlamda arkeolojik açıdan Çanakkale hep yüksek bir potansiyele sahip olmuş ve bunda da Üniversitemizin rolü büyük olmuştur diyebilirim” açıklamasında bulundu.

Koçyiğit arkeoloji biliminin geleceğine ilişkin ise şunları söyledi; “Arkeoloji biliminin her ne kadar eski ile uğraşsa da daima dinamik ve çağa uyum sağlayan bir alan olduğunu öğretti bize hocalarımız. Gerçekten de içinde bulunduğumuz dönemde arkeoloji biliminin her türlü teknolojik yeniliğe açık bir biçimde gelişim gösterdiği gerek sahada gerekse saha dışında yeni teknik ve yöntemlerle uygulanan bir bilim olduğu anlaşılıyor. Özellikle de yakın bir geçmişte çok hızlı bir gelişim içine giren arkeoloji bilimi hem ilgi alanlarında ve hem de araştırma yöntemlerinde büyük değişim göstermiştir diyebiliriz. Artık arkeolojinin araştırma konuları giderek toplumun daha büyük kesimini ilgilendiren çalışmalar haline gelmiş, bu anlamda Kent Arkeolojisi, Endüstriyel Arkeoloji, Dijital Arkeoloji gibi değişik uzmanlık alanları ile ilişkili bir çalışma biçimi ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz çağ ve son derece hızlı biçimde değişen teknoloji göz önüne alındığında hem arkeoloji biliminin ilgi alanı hem de yöntemlerinin ciddi anlamda değişim göstereceği kesin. Bunların nasıl değişiklikler olacağını kestirmek şimdiden güç. Ama bildiğimiz arkeolojik yöntem ve uygulamalarının çok ötesinde tekniklerin uygulanacağını, arkeolojinin hayatın hemen her alanında etkin olacağını söyleyebiliriz.”