Rüstem Aslan’dan Troya ile ilgili çok özel açıklamalar!

2018 Troya Yılı ilan edilmesiyle beraber, ülke genelinde Troya’yı tanıtmak için seferberlik başlatıldı. Troya Yılı olması dolayısıyla Türkiye’den ve dünyadan birçok turist Çanakkale’ye gelerek, Troya Ören bölgesini ziyaret etmeye devam ediyor.


Rüstem Aslan’dan Troya ile ilgili çok özel açıklamalar!

2018 Troya Yılı ilan edilmesiyle beraber, ülke genelinde Troya’yı tanıtmak için seferberlik başlatıldı. Troya Yılı olması dolayısıyla Türkiye’den ve dünyadan birçok turist Çanakkale’ye gelerek, Troya Ören bölgesini ziyaret etmeye devam ediyor. Troya Ören yerinde 30 yıldır çalışarak, burayı Çanakkale’ye kazandırmaya gönül veren Troya Ören Yeri Kazıları Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, Troya’yı herkesin anlayabileceği şekilde anlattığı ‘Yeni Başlayanlar İçin Troya’ kitabı ile Troya’yı herkese ulaştırmayı hedefliyor.

 

Troya Ören Yeri Kazıları Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, Troya’nın gelişimini değerlendirerek, 2018 Troya Yılı hakkında fikirlerini söyledi. Yakın zamanda açılacak olan Troya Müzesi hakkında bilgi de veren Aslan, her açıdan Troya’yı değerlendirdi. 2018 Troya Yılının daha yeni başladığını söyleyen Rüstem Aslan, “Çanakkale'de ve Türkiye'de, hatta Uluslararası alanda 2018 yılına kadar bu konu bu kadar aktüel ve yoğun konuşulmadı.  Yani herkesin zihnindeki bazı kültürel noktaları harekete geçirdi.  İnsanların kendi yaşadığı bölge tarihine ilgi duymasının önünü açtı.  Bu bana göre belki de son 100 yılın zirvesi oldu. Troya Yılı aslında yeni başlıyor. En azından Çanakkale için yeni başlıyor. Çünkü Milli parktaki çalışmalar, diğer projeler, Müze ve insanların bakış açıları, yorumları hep farklı olacak bundan sonra” şeklinde konuştu.

 

“TARİHİNİN İLK KUTSAL ALANLARINDAN BİR TANESİ”

Aslan, yakın bir zamanda açılacak olan Troya Müzesi hakkında bilgi vererek, Troya Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığın yarışma ile elde edilen bir projesi Büyük oranda tamamlandı ve kısa bir süre sonra açılacak.  Açıldığında Troya, İlyada ve Kültür Turizmi yeni bir formata dönüşecek.  Biz Troya Ören Yerini kazılar ile yeniden şekillendiriyoruz. Müze, buluntuların çıkarıldığı yerde sergilenme ilkesini gösterecek. Bu da kalıcı bir kültür turizmi.  Yani buraya gelindiğinde Troya Müzesi, Örenyeri, Arkeoköy derken size iki üç günlük zaman lazım olacak. Yani Kalıcı Kültür Turizmin temelini atıyor. Bunun üzerine konulan her şey bu mirası önümüzdeki kuşaklara aktaracak. Göbekli Tepe'de insanlık tarihinin ilk kutsal alanlarından bir tanesi.  Yani insanın insan olduğunu Anadolu'da görüyorsunuz.  Türkiye Anadolu ile Kültürde bir süper güçtür. İnsanlığın farklı aşamalarının hep bu topraklarda şekillendiğinin ve buradan başka kıtalara aktarıldığını görüyoruz.  Bizim en büyük Mirasımız Troya ve Göbekli Tepe. Bunun üzerine kurduğumuz her şey bizim zenginliğimizdir” ifadelerini kullandı.

 

“MÜZE OSMAN HOCA’NIN HAYALİYDİ”

“Troya Mitolojisinde Homeros'un İlyada destanında yazdığı, mitolojik olayların geçtiği yer olması nedeni ile bir değeri, bir kimliği var” diyen Aslan, “ Bunun üzerine Arkeoloji kazı tarihçesi geliyor. Daha önce kazıların yapıldığı ve tarih öncesi metotlarının ilk kez uygulandığı yer ve en modern metotların uygulandığı yer burası. Bu yönüyle de başka bir öneme sahip.  Bunun dışında başka yerlerde bulunmayan önemli buluntular karşımıza çıkıyor. Bu yüzden  1871 ve 1873 yılında yaptığı kazılar Troya'ya büyük hasar veriyor.  Yani hem Ören Yerini tahrip ediyor hem de buluntuları alıp kaçırıyor. Hatta hala o dönemin verdiği sorunları ile biz uğraşıyoruz. Bu affedilebilir bir şey değil. Ama şunu da söylemek lazım, Troya'daki kazılar 1863'te başlayan kazılar, ilk katman kazısıdır.  Homeros'ın anlattığı Troya kentinin bir hayal olmayacağını, ispatlama amaçlı kendisini de  bu Mitolojik olayın ortasına koyma amacı ile böyle  hayırsızca ören yerini tahrip ettiğini ve eserleri alıp götürdüğünü biliyoruz.  Bunun ötesinde 19. Yüz Yılda  yılında Hisarlık Tepe'yi Troya'ya dönüştürüyor ve Hisarlık Tepe'nin Troya olduğuna ikna ediyor.  Böyle bir tarafı da söz konusu. İlk kez  bizim arkeolojik kazılarda koordinat sistemi, fotoğraflama gibi belgelendiğini görüyoruz. Sonra  Amerikalı Bregen'in kazıları var. orada da en  modern kazı yapıldı. Daha sonra 1988'den 2005'e kadar Osman Korfman hocanın yaptığı kazılar var.  Osman Hoca bütün bunların üzerine harabeye dönen ören yerini  tekrar ayağa kaldırıyor ve Arkeolojik olarak da Troya'nın bir Anadolu kenti olduğunu buluntuları ile ispatlıyor ve Anadolu'ya geri veriyor. Osman hoca pek çok alanda da yoğun çalışmalar yaptı. İçinde bulunduğumuz kütüphane de onun kitaplarında Arkeolojik buluntular, ilk yazıyı da buldu. İlk metinlerin yeni çıkan Arkeolojik verilerle yeniden yorumlanmasının önünü açtı, Troya Müzesi Hayalini ilk o ortaya attı. Yurtdışı ve Türkiye'deki sergiler ile Troya kültürünün ve önemini tekrar aktüel hale getirdi.  Osman hocanın Türk arkeolojisine çok büyük katkıları oldu.  Türkiye'nin güçlü bir ülke olduğunu ve bu müzeyi de yapacağını hep söylüyordu ve haklı çıktı”  bilgisini paylaştı.

 

ÜÇ GÜZELLER HİKAYESİ

Yaşamını Troya Antik Kentine adayarak, buradaki çalışmalarına hız kesmeden devam eden Prof. Dr. Rüstem Aslan, kitabında da anlatmış olduğu Troya efsaneleri hakkında bilgilerini paylaştı. Aslan, verdiği röportajda Üç Güzeller Olayı ile başlayan hikâyeye değinerek, “Homeros Destanları mitolojinin kökeni. Bazı İlyada Destanlarının sonrasında yeniden yazılan destanlar var. Üç Güzeller Yarışması İda Dağı’nda, Kazdağı’nda olduğu söylenen kökenine gittiğimizde burada aslında tanrıçaların kavgası var. Nifak tanrıçası, tanrılar, tanrıçalar ve yarı tanrıların kavgası. Burada üç tanrıça ve nifak tanrısı ile başlıyor. Nifak tanrısı bir düğüne  davet edilmediği için kızıyor ve ortaya altın bir elma yuvarlıyor. ‘En güzele’ diye. Tabii herkeste kendisinin en güzel olduğunu iddia ediyor. Peki, mitolojik olayın merkezine baktığımızda bu kararı kim verecek? Afrodit, Hera ve Athena kendisinin en güzel olduğunu iddia ediyor. Biz tabi 2500 yıl öncesini düşünelim. Tabi baş Tanrı Zeus, İda Dağında büyümesi Truva’ya kötülük getireceğine inanılmış öldürülmesi gerektiği düşünülmüş ama kaderin cilvesi  bir şekilde hayatta kalmış Paris’i, bu grev için seçiyor. Paris kötülük getireceği düşünüldüğü için kentten uzaklaştırılıyor ama dolaylı bir yoldan baş tanrı tarafından böyle bir görevle görevlendiriliyor. Herkes bir şeyler söylüyor söz veriyor. Paris’e, Afrodit dünyanın en güzel kadını sözünü veriyor. Bu söze inanıyor kanıyor. Truva Savaşının özü burada atılmış oluyor. Mitolojiye göre, şunu söyleyebiliriz; dünyanın tırnak içinde  ilk güzellik yarışması İda Dağında bir altın elmanın Afrodit’e verilmesi ile Afrodit’in de verdiği sözü tutması ile Troya Savaşı’nın ilk adımları atılıyor” diye anlattı.

 

“HERKES KENDİSİNE DERSLER ÇIKARABİLİR”

Rüstem Aslan, kitabında anlattığı hikâyelerde kurgusuna da değinerek, “Herkes tanrıların arasındaki herkes neyin nasıl olacağını, Troya Savaşı’nın nasıl sonuçlanacağını, kimin öleceğini kalacağını biliniyor. Bu büyük bir senaryonu ayrıntıları ama herkes kendine biçilen rolü oynamaya başlıyor. Aslında İlyada Destanının insanı etkileyen dünya kültür mirası listesinde bu kadar diri iz bırakmasının sebebi insanla, insanlık tarihi ile birçok dersler vermesi. Herkes kendisine dersler çıkarabilir. Nedenlerden bir tanesi de Truva savaşının çıkmasında tanrıların arasında konuşmalardan destanların satır aralarında okunabilen dünya nüfusu çok artıyor. Nüfusu azaltmak için böyle bir neden. Bunun sonu yok ama klişeleşmiş çekişme sadece insanlar arasında değil tanrılar arasında da var. Tabii insanların arasında çekişmenin bir üst seviyeye yansıtılması gibi görülebilir. Zaaflar güçlü yönler güçsüz yönler, güzellikler çirkinlikler tabii bütün bunlar insanlığın insan olmasından belli karşısına çıkan sorunların karşısına çıkıyor. Homeros da bunlara cevap veriyor” ifadelerinde bulundu.

 

“HERODOT GERÇEK BİR SAVAŞ  OLDUĞUNU KABUL EDİYOR”

Kitabı yazarken birçok araştırma yapan ve derinlemesine analizlerde bulunan Aslan, Homeros’un İlyada Destanı’nı Troya Savaşı’ndan 500 yıl sonra yazması hakkında da bilgi verdi. Bu öykünün Homeros’a gelene kadar unutulmamış olduğunun nedenlerinden bahseden Aslan, “Antik dönem yazarları Herodot ve başkaları Troya Savaşının yaşanmış  gerçek bir savaş  olduğunu kabul ediyorlar, tarih veriyorlar. 1300 diyor birisi M.Ö Mayıs 1184 diyor ama aşağı yukarı bu savaşın M.Ö1200'lerde olduğunu kabul ediyorlar. Homeros diye bir kişinin olup olmadığında da birçok tartışma var. İlyada ve Odessa kitabında da benim kitabımdaki gibi isim yazmıyor. Yazarın kim olduğunu bilmiyoruz. Daha sonra bunun Homeros’a atfedildiğini görüyoruz ve en eski İlyada destanındaki parçalar M.Ö 740-730 Homeros filologları yazıya geçirildiğini varsayıyorlar. Bu destanın tek bir kişi tarafından yapılması gerektiği destanın dili, yapısı kurgusunun pek çok kişinin birlikte çalışmasına olanak sağlayacak bir şey değil. Troya yıkıldığında Hitit İmparatorluğu da yıkılıyor. Miken uygarlığı da yıkılıyor. Son tunç çağı sistemi çöküyor. Bu arada yazı kullanılmıyor, mimari fakirleşiyor. Karanlık çağlar olarak adlandırılıyor bu zamanlar 8.yy ticaret kolonileri ortaya çıkıyor, bu ticaret kolonileri etkileşimi yoğunlaştırıyor. Homeros destanı işte bu dönemde çıkıyor. 8.yy da o dönemde olmayan silahlarını anlatıyor, o dönemde olmayan gelenekleri anlatıyor” şeklinde konuştu.

[ilgili-galeri=104]

“KAHRAMANLIK TRAJEDİSİ İLE SONA ERDİRİYOR”

Hektor’un ölümünün en can alıcı sahnelerden biri olduğunu belirten Aslan, “En can alıcı sahne Akileos ile savaşacak Hektor ama nefes almak için batı kapılarından içeri giriyor. Çocuğunu görmek için karısının yanına gidiyor.  Karısının kucağındaki çocuk Hektor'u üzerindeki savaş aletleri ve miğferini görünce ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine Hektor,  elindeki savaş aletleri ve miğferini kenara bırakıyor ve çocuğunu kucağına alıyor. Karısı ona, tekrar savaşa girmemek için yalvarıyor. Ama Hektor 'hayır ben bu topraklar için öleceğim. Ölürsem de bu topraklar için öleceğim. Meydandaki diğer Troyalılar benden bunu bekliyor' diyor ve tekrar çocuğunu annesine vererek,  savaş meydanlarında öleceğini bilerek geri dönüyor. Bu tabi büyük tercihtir.  Yani Hektor'un, toprağa adanmış kahramanlıklardaki en önemli taşı olması nedeni ile Hektor'un trajedisi çok daha fazla ön plana çıkıyor.  İlyada destanının dikkatli okuduğumuzda, Akalar birleşik ordu gibi ilk başta toplanıyorlar ve başlarında Agamemnon var.  Akileus da bu savaşçıların en güçlüsü.  Diğer tarafta da Troya’yı savunan Anadolu’nun farklı bölgelerinden askerler geliyor. Yani o dönemde de Anadolu Birliği gibi bir şey var Troya kentini savunmak için. Bunların başında da Hektor var.  Bu savunmayı da büyük bir kahramanlık trajedisi ile sona erdiriyor” diyerek Akileus karakteri hakkında da şunları söyledi: “O dönemin yapısı gereği Akileus çok güçlü. Ama Akileus’un elinden en sevdiği kölesini bile alınınca sesini çıkartamıyor. Yani savaştan çekilebiliyor onun için kimse itiraz etmiyor.  Fakat Agamemnon da kompleksleri olan, bazen eğlenceden başka bir şey düşünmeyen, ama gücünü göstermek isteyen ve hiç kimsenin söylediğine itiraz edemeyeceği bir komutan. Bu özellikle o dönemin miken toplumu içerisindeki sinsiliği bize gösteriyor. Fakat geri gittiğinde karısının dostu tarafından, karısı ile beraber   öldürülüyor. Bazı mitolojik versiyonlara göre tanrıları küstürdüğü için yurdun rüzgarı essin diye  kızını kurban ediyor. Bunun üzerine karısı da Agamemnon’u döndükten sonra öldürüyor. Yani mitolojide hem prestijli hem de trajik bir son söz konusu. Mitolojide Miloseos yaşıyor. Hayatta kalıyor ve geri dönüyor. Hem şair, hem savaşçı, hem iyi bir baba hem de iyi bir eş olarak mitolojik işleyişte ön plana çıkıyor.  Mitolojide geriye bir tek Miloseus kalıyor.”
 
HEKTOR’UN TRADEJİSİ
Hektor’un çocuğuna ve karısına veda sahnesinden çok etkilendiğini söyleyen Aslan, Hektor'un çocuğu ve karısının yanına gelerek vedalaşması ve savaş alanına geri dönmesi çok etkileyici bir sahne. Diğer sahnelerden bir tanesi de Hector'un cenazesini almak için Priamos'un, Akileus’un çadırına gitmesi ve hem Priamos’un hem de Akileus’un kendi kaderlerine gözyaşı dökmesidir. Çünkü evrensel derslerden bir tanesidir bu sahneler. Bir de Troya ve Odessa destanının sonraki dönemlerde de şöyle bir şey var. Odyseus öteki dünyaya gidiyor.  Tanrılardan bir tek isteği var ve diyor ki 'Çocuğum yanıma gelsin'  ve şunu söylüyor 'Ben bir kahraman oldum ve adı hiç unutulmayacak. Ama keşke bir sürünün çobanı olsaydım ve çocuğumun büyüdüğünü görseydim' diyor. Yapılan onca kahramanlığa rağmen çocuğunun büyüdüğünü görmemek büyük bir üzüntü. Bu lafı Odyseus'a söyletiyorlar.  Böylece olaylar herkesi kendi hayatından vuruyor. Bu da çok işlenmiş konulardan bir tanesi.  Biz neden bu kahramanları biliyoruz. Çünkü surların etrafında dönen ve dilden dile anlatılan hepsinin kendi trajedileri vardır” dedi.

 

“İLYADA DESTANINI BİZ DE ÇEKEBİLİRİZ”

Troya’nın sinema ve dizi sektöründe konu bazında mutlak bir yeri olması hakkında düşüncelerini söyleyen Rüstem Aslan, dizilerin ve belgesellerin yeni nesillerin önünü açtıklarını söyledi. Aslan, “Özellikle bizim Anadolu, Osmanlı tarihini anlatan diziler tarih bilincini geliştiren ve belki de yeni kuşaklarının ilgisini çekmek için önünü açan projeler var. Mesela Nedim Koç bir belgesel yapıyor belki çok dışarıya yansımadı ama kendisi ile sohbet ettiğimizde şunu söyledi. 60 milyon takipçim var ve üç tane çocuğum var ve ben bunu sosyal sorumluluk projesi olarak, gençler tarihe ve arkeolojiye ilgi duysunlar diye yapıyorum. Burada Troya, Amerika’da ünlü bir yeri ve Vikingleri çekti. Yani hem diziler hem de bu tür belgeseller, gençlerin sosyal sorumluluk projesi olarak gördükleri çalışmalar, genç kuşakların o konulara ilgi duymasının önünü açıyor.  Bu açıdan önemli. Fakat dikkatli olmak da gerekiyor. Örneğin her dizide bir bakış açısı var.  Bizim de kendi kadim Anadolu değerlerinin olduğu bakış açılı dizilerin de olması lazım. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi ile ilgili diziler var. Belki antik Anadolu ile ilgili de diziler yapılabilir.  Örneğin neden bir Hitit dizisi çekilmiyor. Çünkü Hitit İmparatorluğu her anlamda izler bırakmış ve bu izler devam ediyor. İki UNESCO Dünya Miras Listesinde olan bu kültürü, Anadolu’dan çıkmış ve etkileri her anlamda hala devam edilen  bu İmparatorluğu neden bir dizi olarak çekmiyoruz. Yani İlyada destanını biz de çekebiliriz. İleride de olacağından eminim. Bu açıdan ben olumlu bakıyorum. Fakat biraz dikkatli ve izlemek ve dinlemek lazım.
 

“İLK GÜNKÜ GİBİ HEYECANLIYIM''
Troya Ören Yeri Kazıları Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, Troya ile buluşmasını ve hayatına olan payını şu şekilde anlattı:  “Ben İstanbul Üniversitesi Tarih Öncesi Ana Bilim Dalında öğrenciyken geldim Troya'ya 1988 Yani Bu sen UNESCU Dünya Miras listesine girişinin 20'inci yılı Benim de Troya'ya gelişimin 30'ncu yılı. Burada büyüdük sayılır.  1988'de geldiğim ilk günkü heyecanı hala duyuyorum. Yoksa bu kadar uzun bir süre çalışamazdım.  Bu topraklara olan borcumu ödemek istedin. Bakış açım şu,  o yerin değerini, önemini arttırarak ödersin.  Benim de yaptığım çalışmalar buranın değerini ve önemini arttırmak için yapılan çalışmalardır. Onun için tüm içtenlik ve samimiyetle söylüyorum. İlk geldiğim günkü heyecanı hala duyuyoru. Bu da bana motivasyon ve enerji veriyor. Bizim hayallerimiz vardı ve Troya Yılı da buna vesile oldu. Turizm Bakanlığı, Çanakkale Valiliği, İl Kültür Turizm Müdürlüğü, Dış işleri Bakanlığının farklı kurumları, Tanıtma Genel Müdürlüğü  Ulusal ve Uluslararası pek çok etkinliğe imza atıyor. Hayal olan Troya Müzesi gerçekleşiyor. Troya Milli Parkının etrafında önemli uygulamalar var.  Troya'nın hemen dibindeki Tevfikiye köyü arkeoköy olması konuşuluyor.  Bütün bunlar Türkiye'nin bu kültürel mirasa  verdiği önemi gösteriyor.  Gecikti mi evet gecikti Yeterli mi hayır daha fazlasını hak ediyor. Fakat benim bile hayal ettiğim pek çok şey gerçekleşti.   O zaman biz de Troya'lı oluyoruz ve o mirası alıp  geleceğe taşıyoruz.”

Kaynak: Boğaz Gazetesi